2 Şubat 2014 Pazar

Marmaray Püfür Püfür Değil


     Püfür püfür vapurda çayını yudumlayarak boğazı geçmeyi tercih eden yazar çizer tayfası haklıymış. Marmaray'ın hiç tadı tuzu yok. Oysa şu zavallı işçi kardeşlerimiz fazladan bir yarım saatçiklerini ayırıp vapurla seyahat etseler ne güzel olurmuş. Hem belki yolda Sartre, Rousseau falan okuyup aydınlanırlarmış.
     Benim memleketim gel-git kafalı sefil aydınlar ile doludur. Her gün ne olacak bu İstanbul'un trafiği diye ahkam keserler. Ama asıl dertleri Etilerden Nişantaşı'na akşamki davete yetişmektir. Onlar için bir babanın çocuğunu uyumadan yetişebilmesi ve onu sevmesi bir şey ifade etmez. Ya da bir annenin işten eve erken gelip plastik kıvamından hazır yemekler yerine ev yemeği hazırlayabilmesi umursanmaz.
    Yarım saatler bitmiyor. Onları biriktiremiyoruz da. Her biri günü geldiğinde tüketiliyor. Zaten ömür dediğin şey hep bu yarım saatlerden mütevellit değil mi?
      İstanbul da vapur ile seyahat keyiflidir. Fotoğraf adına da çok verimlidir. Marmaray ise bunun aksine sadece 3-5 kez fotoğraflanabilir. Ama martıları nerdeyse şahsen tanıyacak kadar bu yolu çekenler için artık bir alternatifin olduğunu bilmekte iyidir.     


7 Mayıs 2013 Salı

Ben Burdan Atlarım

 

     İlk kez iki hafta önce başladığında şöyle bir bakmıştım bu programa. Televizyon tarihinin en uyuz tipleri bir seferde boğup halledelim diye seçilmiş demiştim. Isıtmalı havuzlarda hocalar eşliğinde çalışan bu pek meşhur arkadaşlar tüm program ne zor işi başardıklarını anlatıp durdular akşam. Morluklarını ve sakatlıklarını nerdeyse acıyarak dinledik. Gören de zorla yaptıkların sanır. Ama herhalde hocaları işi bilmiyor. Bu zevatı bir gün Balat'ın seyyar satıcı çocuklarına götürseler ve seyrettirseler her şey çözülecek. Orada herkes nisan başından beri buradan atlıyor. Hem de bunu bir gözleri ile simit tablalarını izleyerek yapıyor.

17 Mart 2013 Pazar

Hayatın yalın gerçeğini çekmek

 
    Birkaç yıl önce bir sitede gördüğümde biraz abartılı gelmişti bu görüntü. Daha sonra buna benzer bir iki fotoğraf daha görünce düşünmeye değer olduğunu hissettim. Hayatın aslında çok basit gerçeklikleri var. Ve bu bize pekte zorlanmadan ilginç kareler getirebiliyor. Bir Müslüman eğer camiye gidiyorsa ve iki bacağı protez ise bunları dışarıda bırakmak zorundadır. Zira bu protezler ile namaz kılması olanaksızdır. İki protezi kolunuzun altına alıp içeri girmesi de pek mümkün değildir. Eğer dizinizden aşağısı yoksa iki eliniz dolu yürümek pek iyi bir fikir değildir. Benim Sultanahmet cami de çektiğim şahsın ise sadece bir bacağı protez idi. Tek ayağı dışarıda bırakıp hoplaya zıplaya minberin yanına kadar gelmek o yaşta mümkün olmadığından çareyi mes giymekte bulmuştu. Böylece Ayakkabıları dışarıda çıkaracak ve içeri girince de namaz vakti protezi çıkaracaktı. İnsanların çanta, mont baston falan bıraktıkları minberin altına güzelce bırakacaktı. Elbette bizim ibadethanelerimizin kendine has samimi yapısı buna imkan veriyordu.
       Uygun an ve kadrajı beklemek bir miktar zaman aldı. Ancak Protezin sahibi ile göz göze gelmenin tamamlayıcı unsurlarını da düşününce buna değdiğini düşünüyorum. Zaten böyle bir kareyi uzaktan görüp algılayıp beklemek sabrını göstermeyen için artık bu işi bırakma zamanı gelmiş demektir.     Bir kez daha hayatın yalın gerçeği hayal gücü ve kurgunun önüne geçmişti. Üstelik hiç Ajitasyon yapmadan ve hiç abartmadan.

15 Şubat 2013 Cuma

30 Saniyelik Pozlama

     Sadece güzel renklerine ve manzaraya bakın bu resimlerde. Zira kompozisyon adına bir şey yok. Eğer yanımda bir genç bayan bulundursam ve hiç kıpırdatmadan 30 saniye ufka bakarak bekletebilsem biraz daha yüzüne bakılır bir kompaozisyon olurdu herhalde. Ama en az bunlar kadar basma kalıp bir kompozisyon olacağı da aşikar. Basma kalıp olmak ile kötü olmak arasındaki geçişgenlik beni ürkütsede zaman zaman kullanırken keyif de alıyorum. Bu daha çok öğrenmenin vediği bir keyif.
       Peki ne öğrendim diye sorarsanız hemen birini sizinle paylaşabilirim. Makineyi 50 iso da TV/S modunda 30 saniyeye ayarlamıştım. Bu ayar ile diyafram değeri 1/16 olarak vermişti. Ancak ışık gün batımı boyunca sürekli düşmekte olduğundan pozlama bittiğinde değeri f/11 olmuş yani 1 stop düşmüştü. Oysa kayalara vuran sabit yapay ışıkta bir değişme olmamıştı. Bu yüzden ilk karede kayalar aşırı aydınlık çıkmıştı. Daha sonraki kareleri -0,7 pozladım. Hatta Raw işlerken kayaları biraz daha eksi pozlayarak ancak kendine getirebildim.



4 Ocak 2013 Cuma

Bitmeyen Fotoğrafım






   Fotoğraf işlemek hususunda pek zorlanmamakla birlikte bu fotoğraf kadar kafamı karıştıran başka bir fotoğrafım olmadı. Fotoğrafı Nikon D5000 makine ve kit lens ile şimdiki imkanlarımdan çok daha sınırlı bir imkan ile çekmiştim. Doğru yerde doğru anı bekleyip deklanşöre basmanın mükafatı aslında bu kare. Ama konu fotoğrafı işlemeye gelince teknik kusurları ciddi anlamda açığa çıkıyor. Bunu aşmak için yapılması gereken şeyler aslında basit. Fotoğrafa Retro bir hava vermek ve siyah beyazın tonlarından birini seçmek. Sonunda sığınacak sakin bir liman olarak siyah beyazı seçmekte meşru bir çözümdür aslında. Ama biraz daha cırmalamak bir zarar vermez fotoğrafıma. Farklı zamanlarda farklı fikir ve tekniklerle tekrar tekrar işleyeceğimi hissediyorum bu fotoğrafa baktıkça.

3 Ocak 2013 Perşembe

Bahar Kuzusu (Tosun Görünümlü)






     Bu yaz tatilimin iki gününü  arkadaşlarım ile birlikte Ordu'da yaylada geçirdim. Bir tesadüf Ordunun Meşhur Çambaşı yayla şenliklerine de katılmak kısmet oldu. Havanın gerçekten neredeyse mükemmel olmasının getirdiği bereket olsa gerek iğne atsanız yere düşmüyordu. Büyük bir konser sahnesinin tam karşısına sıra sıra danalar koyunlar kuzular dizilmişti.Meğer gürbüz hayvan yarışması yapılıyormuş. İşte bu tosuncuğu orada çektim. Tosun diyorum zira kuzu demeye dilim varmıyor. Sadece 2-3 aylık süt kuzusu olmasına rağmen semirmiş sağlıklı görünümü ve zıp zıp hali ile herkesin gönlünü fethetti. Maşallah diyelim. 

27 Aralık 2012 Perşembe

Kınalı Yapıncak



     Kınalı Yapıncak adını yapıncak köyünden alan şu meşhur üzümdür.  Hemen hemen tüm Marmara da yetişir ve üzerindeki çile benzeyen  lekelerden dolayı kınalı  adını almıştır. Hâlâ bu bölgelerde çilli  çocuklara kınalı, kınalı yapıncak denmektedir. Arkadaşımla birlikte  Safranbolu demirciler çarşısına giderken yolda karşılaştık bu güzellikle.  Dik kadrajdaki gibi bir iki kare çektikten sonra dönüp arkadaşımla  birlikte geçip gidecektim. Ama arkadaşım durdu ve kız çocuğunun  yakın portre fotoğrafını çekmek istedi. Tentenin altında zavallı kıza  şöyle dur, başını kaldır, buraya bak demeye başlayınca benden daha  genç ve deneyimsiz olmasından cesaret alarak müdahale ettim. İyi bir iş  için yüzün illa homojen ışığa maruz kalmasının gerekmediğini, sert ışıkta  da doğru pozlama ile çok iyi sonuçlar alınabileceğini anlattım.  Sonuçlarını göstermek içinde gün ışığına çıkartıp hiç bir yönlendirmede  bulunmadan bir iki kare çektim. Masumiyet ve güzellikten başka ne  görülebilir ki bu fotoğrafta.

24 Aralık 2012 Pazartesi

Sosyete Pazarından Sosyete Manzaraları








 
     Sultanbeyli oto pazarında kışın çamurlar içinde genzinizi yakan yanık paçavra dumanları ile gezdiğimiz bir yerdi burası. Yazın da tepenizde şapkanız olmazsa kolaylıkla hastanelik olabileceğiniz bir yer. Tıpkı Kartaldaki küçük kardeşi gibi oto pazar gidince onun da ömrü bitiverdi. Bizim gibi eski ile antikayı kırık ile yedek parçayı, aksesuar ile çöpü karıştıran toplumlar için  pek kıymetli bir yerdi. içinde buram buram kokan fakirliğe ironi mi bilinmez ama adı sosyete pazarına çıkan son bir kaç yerden biriydi. İhtiyarlar boş vakit doldurmak için, işçiler işte giyecek (!) giysiler için, kadınlar evlerine aksesuar aramak için gelirdi ama ben bir tek sosyeteye şahit olamadım. Herhalde Etiler versiyonu da vardır bu profilde müşterileri ama alan fakir satan fakir olunca isminin kötü bir şaka olduğunu düşünmeden edemiyorum.
     Bu kareler muhtemelen oranın son fotoğraflarıdır. Ertesi hafta gittiğimde hiç kurulmadığını ve bir daha kurulamayacağını öğrendim. Ne diyeyim şimdi keşke sudan ucuz ışık ayakları ve spotlarında bir iki tanesini keşke alsaymışım diyorum.

27 Kasım 2012 Salı

Cumalıkızık'da bir köpek


      Çok az köpek size böyle poz verir. Hele de ultra geniş açı lens ile burnunun dibine girerseniz hiç şansınız olmaz. Hatta çoğu köpek bunu tehdit olarak bile algılar. Sokak köpekleri için o kocaman kameranın ne anlama geldiğini de az çok artık çözdüm. Çoğu köpek aşılanırken veya kısırlaştırılırken elinde bir sürü garip aletler olan insanlar ile karşılaşıyor. Toplum tarafında tehdit ve hastalık taşıyıcı olarak görüneceksiniz ve kent yaşamında hayatınızı devam ettireceksiniz. Köpek olmak bu ülkede zor iş.
Beni en çok üzen diğer bir durumda yazın köpeklerin yaşadığı derin susuzluğa şahit olmamdır. Bir dönem  kentlerimizi yönetenler her eve gürül gürül su getirmekle övünüp mahalle çeşmelerinin artık gereksiz olduğunu düşünüp kapatmışlar. Ne kadar egoist bir düşünce. Kenti yönetenler onları da kent sakini olarak görüp hizmet götürmedikçe benim nazarımda itibarsızdır.....